Şu an yayladaki evimde tek başıma, el gibi çıplak ve yalnızım. Aslında yalnız değil, zaman gibi ebedi olan gözlerin var karşımda. Uzakta kırılan Kızılağaç dalının sesini, yağmurun ıslattığı toprağın ve otların kokusunu duyuyor, yeşil bir çam ormanında kayboluyorum zaman zaman. Doruklarda bulutlarla şakalaşan rüzgarla birlikte yaşamın türküsünü söylüyorum. Zirvelerinden karların eksilmediği yemyeşil dağlarda, yağmur toplayan bulutlar gibi duygularını yoğunlaştıran yüreğimin sevinciyle gülümsüyorum. Ben burada bir rüzgar gibi, bir halk türküsü gibi hürüm. Sen ise oradasın yavrum ve de kırılamayacak kadar da küçüksün henüz.
Yanakları Kamaha elması meleğim. Yok, yok kırlangıç kuşum. Ben sensiz yapamam. Sesini işitip yerimden fırlamalıyım, ağız dolusu gülmeliyiz. Bana tat, bana uyku gibi gelen Gaye'm. Sensiz edemem. Gülüşünü küçük bir çocuktan alan birtanem. Yastıklardaki başının bıraktığı ize kurban olduğum. Her an kafamın içerisinde eser durursun ve orada hiçbir şey yok senden önceme ve sana ait olmayan.
Ateşin karşısında küçük pilli radyomu dinliyorum. Şarkılar da ne güzel anlatıyor seni bana: ‘Neredesin karagözlüm?’ diyor şarkı. Nerdesin? Ben de bu şarkıyı söyleyene 'merak etme' diyorum. Birazdan gün gözlerinde doğacak gülümün. Gün onunla doğrulup kalkacak karanlıkların derinliklerinden ve yolculuğa hazır aydınlık bir yelkenli gibi olacak sabahleyin odamızda karanlık.
Son hayalim, son hasretim, son sözüm, ışığım benim. Açmaya duran gülüm. Beni işitiyor musun? Ben seni hala sevmekle meşgulüm.